Ama Bütün Gezegen Kral’ın Muhteşem Kürküyle Kaplıydı

0

Her insan, olmak isteyip de olamadığı güzelliklere sahip, görmek istediğini sihirli dünyasında görebilen, özlem duyduğu huzuru, mutluluğu yaşayan, kendisinden esirgenen önemi, beğeniyi, alkışı bol bol alabilen bir küçük bir prensesi veya bir prensi yaşatır iç âleminde. Bu imrenilen kişilik, gizli dünyamızın melek dualarıyla beslenir. Kalbi tertemizdir; ayıplanacak şeyler yapmaz. Özgür düşünceleri kadar özgürdür koştuğu çayırlar. Hayal edilen bu küçük asil beden, insanı yoran nefsin tutkularından uzak vicdanın sıcak uyku döşeklerinde uyur. Zaman, bir varmışla başlayan masaldır onun için. Mekân, çiçeklerle dolu, yaşama sevinciyle çın çın öten bir alan.

Yorgun beyin dinlenmek, bitkin yürek dirilmek için, yaşama zevkini kaybeden bulabilmek, dün­ye­vî çı­kar­dan ki­şi­liği aşın­an, tekrar inşa edebilmek için hep bu gizli masal dünyasına kaçar.

Masallarda kadın ve erkek kahramanlar genellikle zor sınavların ardından, benliklerinin mutlak hakimiyetine ve gelişimine eriştikleri ve çocukluğun engellerini aştıkları anda kral ve kraliçe olarak adlandırılırlar.

Masallar bize optimist ve cesur hayat görüşüyle, hepimizin birer kral-kraliçe olabileceğini vaat eder. Tabii bir prensi andıran çocuğun gücü ve kararlılığıyla içimizdeki zengin özlük (mahiyet) olasılıklarını gerçekleştirirsek.

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.27

Kısacası hangi konumda, hangi yaşta olursak olalım bir masal dünyasının gücüne, hayallerine ihtiyacımız var. Hayatın sunduğu sınavı verebilmek için bilgiden öte, bir masal kahramanının cesaretine ve özgüvenine ihtiyacımız var. Her zaman iyilik, kötülüğü yener. Cesur olan, doğru konuşan sonunda kazanır. Belki de çocuğun saf, duru dünyasına gölge düşürmemek için böyle anlatır masallar. Çünkü büyüklerin dünyasında bunlar anlatılmaz. Onların çok büyük dünyalarında masallara yer yoktur. Oysa bu sihirli âlem sadece çocuklara değil; büyüklere de sır ve hayal âlemlerinin kapılarını açar. Eğer isterlerse onları derin manaların koridorlarında dolaştırır. Saf, duru kalp penceresinden bitik ümitlerin, renksiz arzuların, hayallerin kanatlanacağı göklere baktırır.
Masallardan, çocukluktan uzak maddî dünyalar… Çocukluğu geçmişin sorumsuz, rahat oyun günlerine mal etmek ve sadece nostalji özlemiyle gerilere dönmek bu manevî hazinenin ne kadar kötü bir yorumudur…

Uzak ülkelerin birinde ev kuruyorum
Düşlerimden.
Kiremitleri kâğıt helvası,
Tuğlaları sevgiden.

Masallar mürekkebim;
Kalemimde heyecan…
Dev, peri arasında şaşkın
Bir Keloğlan.

Kaf Dağı’nın ardına umudumu düşürdüm.
Zümrüdü Anka ile kanatlanıyor
Ömrüm.

Çocukluk; insanın varmak istediği saf, duru, masum, sevgi dolu bir yürek ülkesi, aynı Kaf Dağı gibi. Yıllarca arayıp bulamadığımız; ama içimizde taşıdığımız bir ülke. Simurg’u; yani Zümrüdü Anka’yı1 arayan otuz kuşun sonunda anladıklarına benzer:

Aranılan sultan, kendimizdedir ve gerçek yolculuk, kendimize yapılan yolculuktur.

Bu nedenle aklı başında olan ve ümidini yitirmemiş her yazar, her düşünür, sanatçı, pedagog ve eğitimci, insanlığı yeniden inşa edebilmek için ille de içimizdeki çocuk… çocuk… çocuk diye feryat ediyor. 

Dünya yangını ancak çocukla söndürülebilir. Ama önce çocuğu kurtarmak lazım!

Kemal Ural / Küçük Şey Yoktur / s.407

Dünya yangınını başlatan nefsî duygulardan kurtulmadan yaradılışın el değmemiş saf özüne varmak mümkün değil. Bu duyguları tanımak için ilk önce kendimize dönmemiz gerekiyor.

Pilotun yaptığı da budur. Kendindeki saf özü bulduktan sonra onunla temizlenme işlemine girmek için sadrının içinde dönenen gezegenlere tek tek uğrama ve onlardaki gerçeği bulma vaktidir. Aranan bulunacak, istenmeyen terk edilecektir.

Dünya yangınını başlatan ve nefis dünyasını kalınlaştıran en büyük haz, insanlar üzerinde güç sahibi olma, kendini her şeyden üstün görme ve hükmetme duygusudur. Bu duygu bütün arzularda adeta elebaşı. Onun için Küçük Prens’in uğradığı ilk yer, bir kralın yaşadığı gezegen oluyor.

Bilgisini artırmak amacıyla hepsini tek tek dolaşmaya başladı. İlkinde bir kral yaşıyordu.

Kraliyet morundan kürklü kaftanıyla hem çok sade hem de çok muhteşem görünen bir tahta kurulmuştu.

‘İşte bir kul!’ diye bağırdı Küçük Prens’in geldiğini görünce.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.45

İlk gezegende tüm insanları uyruk olarak gören ve uyruğunun kendisine verdiği güçten başka hiçbir şeyi olmayan bir kral yaşamaktadır. Kendisinden özür dileyerek soru sormak isteyen Küçük Prens’e, elinde bulundurduğu güçle soru sormasını buyurur. Kendisinin tüm gezegenlere ve yıldızlara hükmetmesinden şaşkınlık duyan Küçük Prens’e, onların da kendi buyruğunda oldukları için kendisine boyun eğmek zorunda olduklarını söyler.

Jean-Philippe Ravoux / Küçük Prens ve Felsefe / s.65

İşte ilk asteroit, 325. Burada bir kral yaşar. Daha sonra karşımıza çıkan tüm figürler gibi o da karakterini hali hazırda kendi seçtiği bir senaryoyla ve ilk cümlesiyle ortaya koyar… Psikoterapistler ihtisasları esnasında bir hastanın seansın başında bilinçsizce sergilediği ilk sahneyi itinayla, dikkatle gözlemlemeyi ve bu sahnenin kendine has aktarımını algılayabilmeyi öğrenirler.

Peki, sevgili okuyucu, diyelim ki birini ziyaret ettin ve ziyaret ettiğin kişi içinde bulunduğu mekânın tümünü kendine ait gördüğünden, seni oturman için bir yere buyur etmedi.

Hatta seni şu cümleyle karşıladı: “Ah, şuraya bakın, bir kul!” Ona nasıl tepki gösterirdin?

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.38

Buradaki karakter; ben merkezli, otorite bir megaloman2. Egonun her şeyin merkezinde kendini görme eğilimi, başkalarından üstün olmak ve hükmetmek.

.Peki neden böyle bir hissi taşıyoruz içimizde? Her an hükmetmek için tetikte olmak, her an yönetebiliyor muyum, güçlü olabilecek miyim stresini taşımak ne kazandırıyor bize?

.Hiçbir şey kazandırmıyor. Sadece hükmetmek için daima bir unvanın şaşaasına muhtaçlık. Daima despot tavırların gerilimi. Hep yüksekten bakmak ve hep emretmek. Ve sonucu; “sadece kendini ezmek.”

Küçük Prens, o saf ve hilesiz insan, tamamen tepkisiz kalır. O anda esner. Bu kibirli ‘kralın’ kendisine zorla kabul ettirmek istediği şeyi, ona hürmet etmeyi reddeder. Kral için bütün insanlar kuldur, kendisi kadar değerli değildir, emir kuludur, hizmetkardır. Tüm gezegen bu son derece bencil hükümdarın zevksiz kıyafetinin etekleriyle örtülüdür. 

Muhteşem kürklü kaftanı olmasaydı, muhtemelen oldukça güçsüz görünürdü. Bu adamı uzun donuyla gözümüzün önüne getirip, kraliyet arabasını ve gösterişli unvanını aklımızdan çıkarırsak, o zaman ondan geriye bir hiç kalır. Onun negatif kral arketipini, zorla elde tutulan iktidarı ve yetkiyi temsil ettiği söylenebilir. Bu şüpheli kralın kendi otoritesini belirlemekten başka hiçbir uğraşı yoktur: İtaatsizliğe asla göz yummuyordu. En büyük otorite oydu.

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.39

Nice insanlar gördüm, üstünde elbisesi yok; nice elbiseler gördüm içinde insanı yok.

Hz. Mevlâna / Mesnevi

Açlık, yoksulluk, her çağda, her ülkede görülen sosyal sıkıntılar. Nice insanlar gördüm, üstünde elbisesi yok dedirten manzaralar… Ama maddî imkanların bol olduğu şartlarda bedenler ruhsuz olursa, bu görüntü de insana “nice elbiseler gördüm içinde insanı yok” dedirtiyor. Kral’ın gezegeni saran hakimiyet kürkünün içi de boş. Servetle, hakimiyetle kazanılan güç, içi boş elbise gibi içi boş kabuktan ibarettir. Sadece emrederek ayakta kalamaz.

Kralın gücü belli ki ruhundan değil, maddî imkanlarından gelmekte. Bu tip güç sahipleri ne kadar nefsin esaretinde bir aldanmışlık içinde yaşıyorlarsa da içlerinde derinlerden gelen bir ses onlara ne olduklarını fısıldamaktadır. Onun için kral Küçük Prens’i görür görmez “İşte bir kul!” diye bağırır. Düşünerek davranmak için zaman lazım. Bu davranışta ise düşünmeden yapılan bir acelecilik var.

.Bu bir panik hali değil mi?
.Evet. Korku taşıyan bir panik.

.Neyin korkusu?
.Gücünü kaybetme, emrederek hakimiyetini sürdürememe, uyruklarını kaçırma korkusu.

.Korkunun olduğu yerde ruhî bir boşluk söz konusu değil mi? Hâkim olana yakışan, asalet ve onun getirdiği cesaret değil midir?
.Asalet Arapça bir kelime. “Asl” dan geliyor. Asl, kök demek. Asalet de köklü olma, sağlam olma, soylu olma anlamında.

Bir ağacın kökü ne kadar derine uzanırsa o kadar sağlamdır. Kraliyet ağacı ruhî, kalbî değerlerle beslenebildiği kadar ayakta kalır. Asalet kökün üzerinde dimdik olmak demektir. Bu duruşta panik olamaz. Bu duruşa yakışan cesarettir. Asalet, cesur bir ruhun elbisesidir. Bu elbise bir birikimin markasını taşır üzerinde. Soylu bir yaşam birikiminin. O markayı gören, emredilmeden yüreğiyle koşar. El, ayak, bütün vücut, sevgiyle edep duruşuna girer. İstekler, baş üstüne öpüp konulur; emir kabul edilir. Kısacası asîl bir hakimiyetin gücü gönülden gelir.

Ne kadar yüce gönüllüysen, o kadar kalabalıksın. Ne kadar bencilsen, o kadar yalnız. Yalnızlığın kaynağı, insanın kendisi.

Hayatı tiyatro sahnesine çeviren kişi, iki çehre taşır: Biri sahnede seyirciye çevrili olan çehre, diğeri de sahne arkasında içine çevrili olan. İnsanlarla ilişkilerini sadece kendi kurdukları saltanattan yönetmeye çalışanlar dışarıdan kendilerinden çok emin görünürler; adeta bütün dünyayı yönettikleri hissini taşırlar. Devamlı emir verir, iş buyurmaktan zevk alırlar.

Küçük Prens, ‘Beni daha önce hiç görmediği halde tanıyabiliyor?’ diye sordu kendi kendine. Krallar için her şeyin ne kadar basit olduğunu bilmiyordu. Onlara göre bütün insanlar kuldu.

‘Yaklaş, seni daha iyi göreyim,’ dedi Kral. Sonunda birisine krallık edeceği için gururlanıyordu.

Küçük Prens oturacak bir yer bulmak için çevresine bakındı. Ama bütün gezegen Kral’ın muhteşem kürküyle kaplıydı. Bu yüzden ayakta bekledi; yorulduğu için de esnedi.

‘Kral huzurunda esnemek son derece yakışıksız bir şeydir,’ dedi Kral. ‘Bunu hemen yasaklıyorum.’

‘Elimde değil ki. Kendimi tutamıyorum.’ dedi Küçük Prens. Çok utanmıştı. ‘Uzun yoldan geliyorum ve hiç uyumadım…’

‘Peki öyleyse,’ dedi Kral, ‘esnemeni emrediyorum. Yıllardır esneyen birini görmedim. Esnemek bir merak konusu benim için. Haydi şimdi! Esne! Bu bir emirdir.’

Küçük Prens, ‘Korkarım, bir daha esneyemem…’ diye mırıldandı. Utancından kıpkırmızıydı şimdi.

Kral, ‘Hımmm…’ diye başını salladı. ‘O halde sana emrediyorum, bazen esneyeceksin, bazen de… Bazen de…’

Bir iki kekeledi. Kafası karışmış gibiydi.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.46

Yapayalnız yaşamının tiyatro kulisindeki bu kral, tiyatroda olduğu gibi küçük ama abartılı roller sahneye koyan, bir hükümdar rolüne soyunan bizlerden farklı değildir. Bizler oynadığımız roller esnasında içimizi kemiren şüphe kurdunu bizzat hissederiz.

‘Saint-Exupéry’nin Kral’ı emretmenin zorluğunu içten içe bilmektedir. Kral, Küçük Prens’e esnemeyi yasaklayamadığı için, hiç tereddüt etmeden ona esnemeyi emreder. Elbette güneşe batmasını emretmesi mümkün değildir; ama bunu başarabiliyormuş gibi yapar.

Mathias Jung / İçimizdeki Küçük Prens / s.39

Çevreyi gözlemlediğimizde sevgiden ziyade öfkeye şahit oluyoruz. Paylaşmaktan çok, üstün olma yarışlarını seyrediyoruz. Duruşun hiç de hali yansıtmadığını ilk başta fark edemiyoruz belki; ama eskilerin ifadesiyle muhabbet ilerledikçe mimiklerin, jestlerin, kelimelerin ve üslubun diliyle garip bir tezadın şekillendiğini görmeye başlıyoruz.

Küçük Prens’in yaşadığı da bu zıtlıktır. Kral, Küçük Prens’e esnemeyi yasaklayamadığı için, hiç tereddüt etmeden ona esnememeyi emreder. Yasaklayamama korkusunu örtmenin yolu hiç duraksamadan zıddını uygulamak. Yapayalnız oluşun çaresizliğini abartılı tavırlar ve konuşmalarla örtmeye çalışmak. Ne kadar zordaysak, o kadar sert, acımasız bir tutuma girmek. İşte kendinden başka her role soyuna soyuna rol karmaşasını yaşayan çağın insanı… Ne yazık ki bu zıtlığın gerilimini ve kendini unutma gafletini ruhî bunalımıyla çok ağır ödüyor.

Zavallı insan! Hâkim olup hükmetmek, üstün olup ezmek nefsin olmazsa olmazı haline geldikçe bu tutkunun sebebiyle hükmedip ezdiğini zannettiklerinin kuklası olan insan… İşin en acı yanı, bunu herkes görüyor; ama bir tek kendisi göremiyor.

Gezegeninde kendinden başka kimsesi bulunmayan kral da aslında olmayan hayalî uyruğu üzerinde otorite kurmaya çalışıyor. Tüm hakimiyeti, dünyada geçerli olan kural neyse onu uygulamak.

Çünkü gerçekte Kral’ın derdi her ne biçimde olursa olsun krallığına saygı gösterilmesiydi. Dik başlılığa hiç gelemezdi. En büyük otorite oydu. Ama çok iyi bir insan olduğu için mantıklı emirler veriyordu.

‘Bir generalime, eğer martıya dönüşmesini emredersem ve general de bu emrime uymazsa bu generalin değil benim hatamdır,’ diyordu.

Küçük Prens çekingen bir sesle, ‘Oturabilir miyim?’ diye sordu.

‘Oturmanı emrediyorum,’ dedi Kral ve heybetli hareketlerle kaftanının ucunu çekti.

Küçük Prens’in aklına bir şey takılmıştı. Çok küçük bir gezegendi bu. Kral kime krallık ediyordu ki?

‘Efendim,’ dedi, ‘umarım size bir soru soracağım için beni bağışlarsınız…’

Kral, ‘Soru sormanı emrediyorum,’ diyerek rahatlattı onu.

‘Efendim, siz kimin kralısınız?’

‘Her şeyin,’ dedi Kral şaşılacak derecede içtenlikle.

‘Her şeyin mi?’

Kral eliyle kendi gezegenini, ötekileri ve bütün yıldızları gösterdi.

‘Hepsinin mi!’ diye sordu Küçük Prens.

Kral, ‘Hepsinin,’ diye yanıtladı.

Egemenliği yalnızca mutlak değil, aynı zamanda evrenseldi de.

‘Yıldızlar da emirlerinize uyuyorlar mı?’

‘Tabii ki,’ dedi Kral, ‘hiç aksatmadan hem de. Baş kaldırmalarına asla izin vermem.’

Bu Küçük Prens için inanılmaz bir şeydi. Böyle bir güç onda olsaydı iskemlesini yerinden bile oynatmadan günbatımını günde yalnız kırk dört kez değil, yetmiş iki kez, yüz kez, hatta iki yüz kez izleyebilirdi.

Antoine de Saint-Exupéry / Küçük Prens / s.47-48

Yaradan kâinatı sevgiden yaratmasaydı, varlığın ortak süsü sevgi olmazdı. Bu gerçeğin mührü içimize doğuştan vurulmuş. Hayvanlar dünyasında öldürmek, ancak ayakta kalabilmek, ölmemek için var. Zevkine öldürmek bir tek insana mahsus. Başkalarını ezmek de yine insana mahsus.

.Peki neden böyle?
.Çünkü hiçbir varlık kâinata hükmetme eğiliminde değildir. Çünkü “Kâinatın Sahibi”ni bilir. Bunu anlamada kör olan, bir tek nefsin egosu. Kalbin ve aklın ışığında vicdanı fark edip onunla davranan insan, varlığı birbirine bağlayan bu sevgi çemberini görebiliyor ve ona sımsıkı tutunuyor. Vicdanıyla varlığa yaklaşınca da hükmetmenin yerini paylaşma, gücüyle ezmenin yerini, kalbiyle sarma alıyor.

.Bu kadar mükemmel özellikleri taşıyorsak neden onları değerlendiremiyoruz?
.Çünkü bedeni ruhtan ayıracak çok engeller konuluyor. Ruhun adeta tıkıştırıldığı ortamda beden körleşiyor. İnsan kendini tanımıyor ki değerlerinin peşine düşebilsin…

Bu çağ; insanın önüne neler koyuyor, neler… Teknolojinin tüm albenisi seriliyor önüne. Hepsi de yavaş yavaş kendinden uzaklaştırıyor. Kendini tanımayan, başkasını anlayabilir mi? Ve makineleşen dünyada yalnız insanlar çoğalıyor.

Çoklar denizinde köpüren dalgalar
Dağ dağ, çığ çığ…
Yankılanır birbirinde.
Her çarpmada
Bin titreyişle bir döngü olur da
Söyler yalnızlığını
Kıyılara.

Herkes,
Kendi kıyısının şarkısıdır
Bu denizde.
Belki söylense de sular yaşınca
Farklı notalardadır; birleşemez
Yollarımız.

Her çırpınış bölünür çırpınışlara;
Gittikçe soluksuz
Gittikçe ıssız…
Yalnızlığımız
Yalnızlığı
Yalnız.

İki gerçek:

Bu dünyanın hakikatini gören; Yaradan’dan ümit kesmez.

Kabuğu kırılmadan ceviz yenmez.

Bu sebeple yalnızlıktan kurtulmak, yaşamın özüne ulaşabilmek isteyen insanoğlu, nefsî dünyanın haz kabuklarını kırabilmek için biran evvel içindeki manevî âleme dönebilmeli.


1. Simurg: Türkçe’de Zümrüdü anka, Farsça’da Simurg, Arapça’da Anka.
    Si: Otuz + Murg: Kuş = Simurg: Otuz Kuş
2. Fr. Méga: Büyük + Fr. Manie: Delilik, cinnet = Mégalomane: Büyüklük Hastası

‘Küçük Prens ve Kral’ İllüstrasyonu © Nuri Keli
‘Kral’ İllüstrasyonu ©
 Victor Maury
Paylaşın.

Yazar Hakkında

Leave A Reply