Adım Adım İlerledikçe İçimdeki Sonsuzluğa Merhaba!

2

DENİZ 

Ben engin bir denizim. Sense mana.
Bir adasın hasılı, en derin arzularımın
Kıyılarını taşkın seller gibi sarmak istediği,
Beyaz dalgalar neşeyle uzanırken toprağına.

Sana şarkı söyleyeceğim, kederlenmeyesin diye
Rüyanda, oradaki altın güzellikte
Coşuşlar sonra, bahtiyarım. Bilmem ben kimim?
Ya sen kimsin? Aşkı bilirim ben, sade.

Ve sen çok iyi bilirsin, mutluluğum sende yükselir
Seninle, Ey ada, senin enginliğinde
Neşeli kıyılarında, keyfim yerine gelir.

Seni kuşatan görkemli dalgalar
Benim neşe dolu ellerim, dinginleşir yavaşça
Seni tınılar harpın tellerinde.

Frithjof Schuon 

Deniz ve ada metaforlarıyla insanın manaya nasıl ihtiyacı olduğunu anlatan bu şiirle merhaba diyorum yeni bir güne. Saat 8.00. Acaba günden, manadan ve hakikatten neler nasipleneceğim?

İnsan; hayalleri, tutkuları, istidatları ve sırlarıyla koskoca bir derya gibi. Derinliklerinde ne olduğunu bilmeyen deniz, içinde oluşan incilerden habersizdir. Kendini tanımayan insan da iç âlemindeki zenginlikleri bilmiyor. Açık denizde dalgalar adaya yaklaştıkça hırçınlıkları nasıl azalır, sükûnete bürünürse dünya karmaşasının ortasında çırpınan insan da kendi manasına yaklaştıkça huzura kavuşuyor. 

Mana, yüklendiği her şeye değer kazandıran hazine. Bu hazineyi taşıyan varlık, kendini okuyanı rahatlatır; sorularına cevap olur. Mana varsa ruhun dalgaları öylesine sakindir… Sakinlik, huzuru çizer kıyılara. Kıyılar öyle bir hal alır ki, sanki parmak uçlarıyla bir harbin tellerine dokunuyor gibi mutluluğu dinletir. Mana ruhun ve kalbin gıdası. Manası olmayan, sadece göze hitap eder. Manevî dünya ondan beslenemez. Bu açlık iç âleme gölge düşürür. Sıkıntılar, tatminsizlikler üşütür. 

Zamana, yaşama, ilişkilere bakışımız da böyledir. Günümüzde aşk denilen duygular, dost markalı ilişkiler, huzur zannedilen rehavetler, mutlulukla karıştırılan hazlar manasını bulamamış kof sözlere benziyor ve bu nedenle ruh ve kalbimizi doyurmaktan çok uzaktalar. 

Bu şiirin üzerimdeki etkisiyle ruhum ve bedenim el ele hayalî bir gezintiye hazırlanıyor. Yola çıkmadan önce nefsimin yanlış telkinlerinden, dilimin, kalemimin sınırı aşabilme küstahlığından kalbin, dilin, kalemin Sahibi’ne sığınıyorum. Ümitlerime, içimde ara sıra coşan çocuksuluğuma ve ruhumdaki özgürlük sevdasına, hayallere yaslanmaktan başka bir şey yapmıyorum ki…

Etraf sessiz… Sadece adımlarımın sesi… Kendi dünyamı sadece kendimle paylaştığım anlardan biri. Ne çok şey anlatıyor Cahit Zarifoğlu’nun şu sözü:

En uzun yoldur insanın içi.
.

Bir yol… ruhumun renginden. Gözlerimde yemyeşil bir örtü.  Güneşin küresinde iç içe âlemler… Dünya bir başka doğuyor. Açılması bekleniyor gökyüzünde kapıların. Her hal ayrı bir âlem. Sadelikte dinleniyor gözlerim; ferahlıyorum.  

Sükûnet “beni ben eden” bir sırra bürünüyor. Artık bir seyyahı olmalıyım diyorum zamanın. Ne öfke ne isyan ne riya… Adım adım ilerledikçe, içimdeki sonsuzluğa merhaba!

Sükûnet insanın kendisini, tabiri caizse, bulutların üstünde boşluğun sakinliği ve serinliğinde ve dünyanın tüm giriftliklerinden uzakta tutmaktır; ruhun kargaşaya, kederin kördüğümlerine ya da gizli isyana dalmasına asla izin vermemektir.
….
Diyebiliriz ki sükûnet kendini bir anda benzersiz ve süreğen kadere teslim etmektir ki o da şu andır; kimsenin kaçamayacağı ve özünde Ebediyete ait olan seyyah şimdi’ye. 

Frithjof Schuon / Yansımalar / s.48

İçten içe kaynayan pınarlar. Suların aynasında söyleşen dağlar. Hayaller tepelerden ötelere… ta ötelere… Ne vardır bulutların gerisinde? Gökler kadar engin mi, dil değdirilmemiş duygular? İnceliğin güzelliği bu denli mi işlenir saatlere? Şefkatin kokusu reyhan… Bir rüzgâr esiyor. “An” hiç görmediğim bir kapıyı açıyor. Hiç bilmediğim yerlerime dokunuyor zaman. Simden zerreler yelpazeleniyor. Rahmet yüzünde ışıklar oluşuyor. Ben ve çevrem onlarda tozlaşıyoruz.       

Kuytusunda her şeyin zümrütleştiği bir gölgelikte duruyorum. Akan suların serinliği… Az ilerden kaz, ördek sesleri geliyor. Hayatta sık sık verdiğimiz molalar gibi soluklanıyorum. 

Yaşam dediğimiz, birkaç dakikalık titreyiş. O kadar kısaysa neyi arıyorum? Neyi arıyor kazlar, ördekler sularda? Su, gözünde sabrı; damla, özünde paylaşımı sindirmek için mi böylesine sessizce akıyor? Ben de onlardaki bu sırrı anlayabilmek için ruhumla dalıyorum sulara.

İnsanın kirlenmemiş yaradılışı, güzel olana tutkun. Suların yıkadığı kalbin her yerinden güzellikler yükseliyor. Şuurun kir değmemiş köşelerinden nice filizler… Bir varlık dairesi içinde gibiyim. Aktıkça sarılıyorum. Aktıkça her varlığın tellerine bağlanıyorum. Hiçbir şey durmuyor. Ben ilerledikçe onlar döneniyor. Döndükçe çoğalan dairelerde döndükçe dönüyorum. Neden diye soruyorum kendime; ben bu dairede neredeyim? Bilemiyorum?

.Bir ses oluyor ruhum. Sen diye soruyor bana. Sen diyor; bu varlık dairesinin merkezi değil misin? Her şey, bu nedenle çevrende dönüyor olamaz mı?

İnsan mutluluk için can atar; çünkü Güzellik ve Aşktan oluşan Mutlak Saadet, onun hakiki özüdür.
….
İnsan mutlu olmak için bir merkeze sahip olmalıdır; artık bu merkez Bir Olan’ın tüm kesinliğinden ötedir.

Frithjof Schuon / Yansımalar / s.11,13

.Merkez olmak neyi ifade ediyor? Bunu bilmiyorum. Merkez olmazsa çember döner mi? 

.Dönmez diyor ruhum. İnsanın varlığı sadece bedensel varlığı mıdır? Seni mutlu eden, ferahlatan, şaşırtan çözemediğin sırlı köşelerindeki hislerin ben değil miyim? Herkes dolaşır kırlarda. Ama kaç kişi fark eder ve onlarla yaşar? Kim bilir şu ellediğin çiçek, topraktan kaçıncı kez doğuyor? Yokluktan varlığa yürüyüşünü kim işitiyor? Kim hoş geldin diyor gözleriyle, hisleriyle? 

.Bilmem. Varlığı görmek için ne lazım? Sevmek mi?

Güzellik ve güzellik sevgisi, ruha tabiatı sebebiyle çokça arzuladığı saadeti verir. Eğer ruh sürekli bir biçimde mutlu olmayı arzuluyorsa, güzel olana kendi içinde katlanmalıdır; şimdi ruh bunu yalnızca iyilik ve takva olarak isimlendirebileceğimiz erdemin farkına varışla yapabilir.

Frithjof Schuon / Yansımalar / s.18

.Evet. Sevmek ve bilmek. Onu vereni bilmek. Neden verdiğini idrak etmek. Kalbin ve ben en güzel duyguları, huzuru nerede bulacağız? Allah’ı bilmek ve sevmek insan olana yakışan bir erdem. Ama bilmiyorsun. Anlayamıyorsun. Sen o dairenin merkezindesin. Bir düşün: Neleri gördün yol boyunca?

En büyük felaket merkezin kaybedilişi ve ruhu, dış çeperin kaprislerine terk ediştir. İnsan olmak merkezde olmaktır, merkez olmaktır. 

Frithjof Schuon / Yansımalar / s.13

.Rüzgârı hissettim. Doğan güneşin ışıklarına büründüm. Ağaçları, otları, binlerce filizi, çiçekleri, böcekleri, kuşları seyrettim. Kanat hışırtıları, ortam ve daha nice güzellikler… 

.Çiçekte şuur var mı?

.Yok biliyorum.

.Doğru. Ama onlarda da birtakım kanunlar var. Büyüyorlar, gelişiyorlar. Birbirinden farklı hallere dönüşebiliyorlar. Kendilerini durmadan tazeleyip güzelleştiriyorlar. Kendileri için mi yapıyorlar bunu? Şu güzelim gelincik al rengini kime sergiliyor? Var olmanın kokusunu rüzgâr kimin için yayıyor etrafa? Kendisi için mi? 

.Tabii ki hayır. Ama hiç böyle düşünmemiştim. Demek, bunları fark etmemişim.

.Çok şeyi fark edememişsin. Çünkü bütün bunları ortaya çıkartan şey, farkındalık. Neyin farkındalığı dersen: Bütün güzelliklerin seni seven birinden geldiğinin farkındalığı. Kendisine şükretmen gereken bir “Şefkat Eli”nin uzattığı nimetler olduğunun farkındalığı. Ki bu yetenek senin içinde hep var. Farkındalık verilen bir yetenek olmasaydı, onu kullanman, kullanmaman hususunda imtihan edilmezdin. Bu özelliğini keşfetseydin gelinciğin, rüzgârın çırpınışlarının neden olduğunu anlardın. Onları kim böylesine sana hizmet ettiriyor, bilirdin. Ama bu dünyanın gelgitlerinde unutup gitmişsin. Denizdeki hırçın dalgalar gibi ne zaman “ada”na ulaşacaksın? Ne zaman mutluluk, senin iklimin olacak?

Kişi bizzat kendisinin hayatın ahenksizliklerini kalbine çokça buyur etmesine müsaade etmemelidir, zira mutluluk, Ezelde önümüzde duran ve hiç kimsenin bizden çekip alamayacaklarına nazaran zaman içre tecrübe ettiklerimizde daha az bulunur. Her mümin bunu bilir, ancak bu husus hayat girdabında kolayca unutulur. 

Frithjof Schuon / Yansımalar / s.110

.Hem yürüyeceğim yolumda hem de bu denli ince farkındalıklara nasıl gireceğim?

.Bir Sultan’ın has bahçesinde dolaşan misafir; güllerden, bülbüllerden öte Sultan’ın ihtişamını, zevkini, ağırlamasındaki inceliği de düşünmeli. İzleyen bakışlardaki hayranlık ev sahibine olan sevgisiyle perçinlenmeli. Sen misafirsin dünyada. Bu bahçedeki güzellikler hep seni ağırlamak için.

Diyoruz ki duyularla algılanamayan, zaman ve mekânın ötesinde mutlak, aşkın bir Hakikat vardır; fakat kendisiyle Kendisini mevcut kılacağı saf Akılla bilinebilir; bir Hakikat ki koşulsuz olması hasebiyle için en ufak bir değişim geçirmeksizin – Sonsuzluğu sebebiyle- şualarının sırrının tahakkuku adına bir arızîlik ya da izafilik boyutunu var eder.

Zira ‘Kendisini bildirmeyi istemesi, İyi’nin tabiatındandır.: Bunun anlamı, Allah’ın yalnızca Kendi içinde değil, ayrıca dışarıdan’ ve ‘Kendinden başkasından başlayarak bilinmeyi istemesidir; bu da Mutlak Kudret’in özüdür.

Frithjof Schuon / Yansımalar / s.111

Dünyada verilen nimetleri, bizim için yaratılan güzellikleri değerlendirirken galiba neyin amaç neyin araç olduğunu birbirine karıştırıyoruz. O nedenle de her birinin yaratılış gayesinin dışına çıkıyoruz. Ve dünyaya öylesine dalıyoruz ki, manevî denilen gerçek âlemi unutuyoruz.

.Evet, unutuyorsun. Ruhunun; yani benim sonsuzluğa namzet olduğumu da unutuyorsun. Oysa sığ ve durağan yerler bana göre değil. Hayatın merkezinde olman gerektiğinin farkında değilsin. Bu şuur olmayınca beni tanımadan başkasını tanımaya çalışıyorsun. Kendini kabullenmeden karşındakini kabul edebileceğini zannediyorsun. İç dünyanda barış olmadan, elinde olanla barışık olmadan çevrene barış vaatlerinde bulunuyorsun. Tabi olmuyor; olsa da kısa soluğuyla bir üflemede sönüp tükeniyor. Sabır, sebat olmayınca güzeli çirkin, akıllıyı aptal görüyorsun. Masal kahramanların bir anda cüceleşebiliyor. Umudu, şevki ve huzuru yitiriyorsun.

Oysa Allah, verdiği nimetlerde “Nimet Veren”i göreni varlığın merkezine koyuyor. Bu makam kulun Efendisi’ne saygısının, edebinin, şükrünün manevî bir madalyası. Senin nazarının, şuurunun, imanının, kadirbilirliğinin şerefi.  

Şunu hiç unutma! “Nazara fer veren, kalpteki iman.” İman her varlığı hakikatine kavuşturan iksir. Bu sebeple ilahî güzelliğe dönüşür görülenler. Şimdi tekrar bak etrafına. Şu karşındaki ağaç, dalında yemişleri, ilerde yüzen kazlar, ördekler, senin şuurlu ve imanlı nazarında tekrar tekrar doğacaklar. İşte o zaman Yaradan’ın “Bunların hepsini senin için yarattım kulum” dediğini işiteceksin ve sen de “Görüyorum, dinliyorum, kabul ediyorum. Ömrüm Sana şükürle donansın Rabbim” diye karşılık vereceksin. 

Göremeyen, işitemeyen insan aklında ve kalbinde onları inkar ediyor; bir nevi katlediyor. Yani sende doğanlar onda ölüyorlar. Oysa Yaradan’dan başka bir hakikat mi var gördüklerinde? Ağacı besleyen, su ve toprak. Su verilmezse ağaca ne olur? Hayatını, suyu köklerinden çekildikçe kurumaya başlayan bir ağaca çevirme!

Frithjof Schuon

Frithjof Schuon

Saf Varlığın tabiatının bilincinde olan inşa bilerek Cenab-ı Hakk’ın kendine belirlediği anda kalır; ne ateşlice geleceği kucaklar ne de sevgiyle ya da kederle geçmiş üzerine eğilir. Saf olan şimdi, Mutlak Olan’ın an’ıdır: Allah huzurunda durduğumuz şimdidir; ne dün ne de yarındır.

Cennet, Allah neredeyse oradadır. O halde Allah’a yakın kal. Cennet de bulunuyor olduğun yerde olacaktır.

Frithjof Schuon / Yansımalar / s.48 

.Bunca güzelliğe kör olmak, nimeti nasıl eliyle ittiğinin farkında olamamak çok acı… Bunca lütfa, ikrama nankörlük ne talihsizlik…  

.Az evvel, “Bir varlık dairesi içinde gibiyim. Aktıkça sarılıyorum. Aktıkça her varlığın tellerine bağlanıyorum. Ben ilerledikçe onlar döneniyor. Döndükçe çoğalan dairelerde döndükçe dönüyorum?” demiştin ya. O teller seni nereye götürüyor; hiç düşündün mü? Gözlerin ayetleri okur gibi gezerken, ellerin Kur’an’ı okşar gibi yeşilliklere, çiçeklere dokunurken bir zikir içinde olduğunu hissettin mi? Varlığa baktığında yüreğindeki çırpıntıları, içini titreten merhameti fark ettin mi? İşte bütün bu çırpıntılar, içini titreten merhamet bir davetin işaretidir. Seven kalbin her yanından “Sevilen”e bir yol uzar ve her yolun da kendine has bir daveti vardır.

Söyle nedir varoluşunun nedeni?
Allah tanımak istedi kendisini, varlığında hiçliğin
Sen tanır mısın Allah’ı?
O’dur sende tanıyan kendini
Allah’tan ayrılmış değildir ruhun. 

Frithjof Schuon / Bilgelik Şiirleri / Allah’ın Aynasıdır İnsan.

.Damla neden deryaya katılmak sevdasındadır? Kuşlar göklere neden karışmak sevdasında?

.Parçanın bütüne olan hasreti gibi varlığın da ait olduğu yere hissettiklerinden olabilir mi?

.Doğru söyledin. O zaman benim neden ebediyete bu denli sevdalı olduğumu da anlarsın. Anladığın zaman varlığına yüklediğin anlam farklı olur. Hayata bakışın farklı olur. Çünkü kelimeler ve gözler damla damla düşer anlama. Düştükçe zamana yepyeni doğumlar sunulur. Sen de sunmaya başlarsın.

.Her bakış, saf kelimeler bir doğuşsa, bu doğum göklerde neyin aksidir?

Güzellik, İlahî Saadetin bir yansımasıdır; Allah Hakikat olduğu için O’nun Saadeti’nin yansıması da tüm güzelliklerde bulunan mutluluk ve hakikatlerin bir yansıması olacaktır.

Frithjof Schuon / Yansımalar / s.42

.Güzel olan her şey neden beni; yani ruhunu çekiyor? Bir düşün.

.Yine bilmiyorum diyeceğim. Ama hissettiklerim çok değişik. Mesela sen konuştukça bakmaktan, dinlemekten, dokunmaktan, koklamaktan kendimi alamıyorum… Yüreğimden yücelere çekilir gibi oluyorum. Dağları, tepeleri seyrettikçe yükseliyor gibiyim. Neden bunlar?

.Çünkü bana verdiğin değerle kanatlarım gittikçe açılıyor. İçimdeki coşkuyla hakikatime uçuyorum. Şu anda gözünle gördüğün, işittiğin, ellediğin, kokladığın bir âlemdesin. Ancak maddî ölçüyle idrak edemediğin, akıl ve hisle kavranamayan, ilahî kanunların hâkim olduğu, meleklerin ve ruhların bulunduğu bir âlem daha var ki sen bunun ne kadar farkında oldun? Ben ve kalbin ancak bu âlemin malzemesi olan manadan beslenebiliriz. Onun için verdiklerin bize yetmedi ve yetmeyecek. Onun için huzursuzsun. Dökemediğin sözlerinin, içinde sarıp sarmaladıklarının sebebi bu. 

Bir şehrin fakir bir muhitinde yaşayan bir adam hayal edin; zengin bir muhitte güzel bir eve sahip olmayı ister; her tür ayrıntıyla kendisini tüketirken, öteden beri bir süre sonra Ezelî Kudüs’e girmesine imkân verecek altın bir anahtarı da yanında taşımaktadır; yalnızca o anahtara sahiptir, zengin şehrin anahtarı yoktur ve şehir her hâlükârda yok olacaktır. İmdi sorarım size: Nerede olursak olalım, anahtara sahip oluşunuzda mutluluk söz konusu değil midir?

Frithjof Schuon / Yansımalar / s.110

.Nedir bu anahtar? Nasıl elde edeceğim, ne yapacağım?

.Daha önce de söylediğim gibi bu anahtar senin farkındalığın, şuurun. Kalbin aklından gelen bilgileri, vicdanından gelen ilahî sezgileri öyle bir yoğurup içinde şekillendiriyor ki, o şekilden nurdan bir cevher oluşuyor. İşte bu cevher, senin iç âleminin ışığı. Kalp bu ışıkla görüyor ve karar veriyor. Bu da “senin şuurun.”

Yaşadığın her anı bu ışıkla değerlendirebilirsen, o “anı” sana boş bir kağıt gibi uzatan ve yazacaklarını bekleyen bir eli fark edersin. Kalbinin yücelerle mektuplaşması senin o âlemle dostluğunun göstergesi. Böyle bir dostluğa şahit olan kalbin kıyılarına da dalgalar elbette sükûnetle vurur.

Mektup Güzel’den gelir. Mektup güzel yazılırsa, okuyan memnun, cevabı güzel olur. 

İşte o zaman Güzel’in bereketlendirdiği “an”ın lezzetini, hoş kokusunu kalbin çok farklı alır. Alınan bu tada, kokuya saadet diyoruz; yani “mutluluk.”

Herkes mutluluk arayışındadır; bu da beşerî tabiatın diğer bir boyutudur. İmdi Allah’ın dışında hiçbir güzellik söz konusu değildir; herhangi bir dünyevî mutluluk, Hakk’ın inayetine muhtaçtır. İbadet, bizi saf Cemâl olan Allah’ın Huzuru’na yerleştirir; eğer bunun farkında olursak, onda Sükûn buluruz. 

Ne mutlu Kutsalın hissine sahip olan ve dolayısıyla kalbini bu sırra açan kişiye.

Frithjof Schuon / Yansımalar / s.107

“Vortekse Tu” Fotoğrafı © Kent MacDonald

Paylaşın.

Yazar Hakkında

2 yorum

  1. Ne güzel bir yazı…
    Böyle beklenmedik anlarda, bu güzel yazılarınızla âdeta gül kokuları saçıyorsunuz etrafa…
    Ellerinize, Emeğinize, Gönlünüze Sağlık.
    Hürmet ve Muhabbetlerimle,

Reply To alaca Cancel Reply